Wii konsolunu eleştirenlerin en çok üzerinde durduğu konudur hardcore oyunların azlığı, olan oyunlarında vasat oluşu. Hatta geçenlerde Sega'dan Darren Williams Wii için, "Dünyanın en pahalı aile oyunu" açıklamasını yapmış ve konuyu tekrar ön plana çıkarmıştı. Nintendo'nun bu konudaki cevabı hep aynı oldu: olanları gösterip "e şu oyun var ya" demek. Disaster da, ismiyle müsemma olmamayı ucuz kurtaran, hardcore olmasıyla "beklenen oyun" imajına uyan bir oyun. Vasatı aşma konusundaki çabasını ise yazının devamında konuşalım.
Adı "Felaket" ya kendisi?
Başından belirteyim, elimizdeki iyi bir oyun. Yazının devamında belirteceğim onlarca eksiğine, hatasına, şusuna, busuna rağmen başından kolay kolay kalkılamayacak bir oyundan bahsediyoruz. Aslında bu tür geneli Japon menşeli "garip" arcade-aksiyon diye tabir edebileceğimiz oyunların temel özelliğidir bu. Başta oyuna birçok hatasından "felaket" dersiniz ilerledikçe zamanın nasıl geçtiğini anlayamazsınız. Tabii bunun temel sebebi bu oyunların tek amacının eğlendirmek, "zamanın nasıl geçtiğini anlamama" durumunu oyuncuya yaşatmak olduğunu bilmek gerek. O yüzden bidonların içinden çıkan kocaman hamburgerler ya da berbat ayak sesi efektleri oyunun eksi puanları olarak sayılsa da, oyunun eğlence kısmı biraz bunları alıp götürüyor.
"24 dizisindeki ilerleyiş, klişe dünyayı kurtarma filmi replikleri, Michael Bay tarzı bol aksiyon." Bu aslında oyunu anlatmak için yeterli bir cümle ama yine de hikâyeye bir bakalım:
Bir yanardağın içine düşen en yakın arkadaşını kurtaramamasının üzerinden bir sene geçmiş, Raymond Bryce, uluslarası kurtarma örgütündeki(AKUT gibi bir şey) görevinden ayrılıp kendisine daha sakin bir hayatın kapılarını açmıştır. Üstüne birde evlenecek birini bulsa ne güzel mutlu mesut yaşayacaktır Ray, ancak yanardağın dibini boylayan en yakın arkadaşına verdiği bir sözü vardır, kız kardeşine göz kulak olmak... İşte o kız kardeş, asistanı olduğu sismolog ile birlikte SURGE isimli eski deniz kuvvetleri askerlerinden oluşan bir terör örgütü tarafından kaçırılmıştır. Bu terör örgütü, nükleer silahla ve -biraz konu hakkında ipucu olacak ama söylüyorum( ki yapımcılar zaten bir sismologu kaçırttırarak bu konu da en sağlam ipucunu veriyorlar o yüzden söylememde sakınca yok aslında)- doğal olmayanından afetler yaratarak devleti tehdit etmektedir. Buz dağının suyun üstünde kalan bölümü, amacın devletten para kopartmak olduğunu gösterse de, dipte kalan tarafında işin daha derin boyutları yatıyor ki onu da oynayarak öğrenin artık. Ama şunu ekleyelim, başkarakterimiz Ray'i bu işler aslında pek ilgilendirmiyor onun işi kızla(yani kızı kurtarmakla).
Raymond Bryce'ı ormanda ayılar kovalarken, bahtsız bedevi çölde petrol arama derdinde!
Önce deprem, ardından Tsunami hemen peşine sel, volkanik patlama, kasırga derken bir gün içinde Ray başına olabilecek bütün "doğal" felaketler geliyor. Birde bunun üstüne bir terör örgütüyle tek başına çatışıyor ve "Teşekkürler Mario, ancak prenses başka bir kalede" misali aradığı kız sürekli başka bir yerlere kaçırılıyor. Yetiyor mu? Tabii ki yetmiyor, birde ormanda ayı dadanıyor adama. Yani bahtsız bedevi yatsın kalksın Raymond Bryce olmadığına dua etsin.
Oyunu belirli bir kalıba sokup "aksiyon oyunu" demek aslında biraz haksızlık olacaktır. Sebebi oyunun dört oyun türünü içinde barındırıyor olması. Bir örnek uydurarak bu durumu anlatalım; Örneğin bir afet yerinde kilitli bir kapının anahtarını arıyorsunuz. Bir masanın üzerinde anahtarı bulup kapıyı açıyor ve içerde Surge üyeleriyle karşılaşıyorsunuz. O anda oyun direkt Time Crisis tarzı on-rail moduna geçiyor ve sizde içerdeki teröristleri delik deşik ediyorsunuz. Ondan sonra tekrar normal moda geçip binadan çıkıyor ve aşağıda bir yaralıya rastlıyorsunuz, bu sefer ise mini-görev moduna geçip, yaralıyı olduğu yerden daha uygun bir yere belirtilen süre içinde taşıyorsunuz. Bu işi de hallettikten sonra, artık köşede duran arabaya binip oradan ayrılmak kalıyor. Bu seferde wii remote'u yatay tutarak birinci kişi bakış açısından aracı yönetiyor yani bir nevi yarış oyunu moduna geçiyorsunuz.
Felâketin tam ortasında tek başına...
İlerlemeli bölümlerde yapabilecekleriniz, koşmak zıplamak ve bidonları kutuları tekmeleyerek içinden çıkan mermileri ya da canları toplamakla sınırlı tutulmuş. Bu sebeple bir anda karşınıza hop diye tek bir düşmanın çıkması gibi bir durum söz konusu olmuyor. Surge üyeleri geldikleri zaman, zaten oyun on-rail moduna geçmiş oluyor ve kendileri çoklu gruplar halinde saldırıyorlar.
On-rail shooting denilen türe Time Crisis, House of Dead gibi oyunlardan mutlaka aşinasınızdır. Birinci kişi bakış açısından, sadece hedefi kontrol etmekten ve önüne gelen neredeyse herkesi öldürmekten ibaret bir oyun türüdür kendisi. Bu türde karakterin ayak hareketleri bizi ilgilendirmez, çünkü karakter kendi kendine yürür, o yüzden de on-rail denir zaten. Disaster'da da bu sistem, daha önce de belirttiğim gibi belirli bölümlerde ortaya çıkıyor, oyunun büyük bir bölümünü kaplıyor ve sadece bu sistemi kullanan oyunlar kadar başarılı bir iş çıkarıyor. İngilizcede "duck" denilen, Türkçeye tabii ki "ördekleme" diye değil siper alma diye çevrilen durum, oyunda Time Crisis dekinden bariz farklılıklar içeriyor ve daha çok son Brothers in Arms oyunundaki sistemi andırıyor. Z tuşuna basıldığı zaman kamera üçüncü kişi bakış açısına geçiyor ve Ray, Z tuşu bırakılana dek siperin ardında duruyor.
Araba kullanılan kısım oldukça güzel bir fikir olsa da teknik olarak aynı güzelliği yakalayamıyor. Özellikle dar yollardaki dönemeçlerde oyun wii remote'un verdiği tepkiyi yakalayamıyor ve ani direksiyon çevirmelerinde direkt duvara toslamalara sebebiyet veriyor. Ayrıca, tutarsızlığına daha sonradan değineceğim grafikler konusunda en kötü performansı araç kullanma bölümlerinde görüyoruz.
Mini görevlerin bazıları sıkıcı olabiliyorken, bazıları da adrenalin seviyesinde artışlara sebebiyet verebiliyor. Örneğin kalp krizi geçiren birine müdahale ederken heyecan kat sayısı üst düzeye çıkabiliyor ama bir yaralıyı hımbıl hımbıl bir yerden başka bir yere taşımak bir kereden sonra gereksiz bir ayrıntı olarak kalıyor. Mini görevlerin aslında birçoğu opsiyonel yani yapmasanız da bir şey değişmeyecek, ama selin ortasında kalmış bir köpeği kurtarmak ya da elinde kapının anahtarını bulunduran işçiye ilk yardım paketi vermek oyunun senaryosunun içerisine yerleştirildiği için yapılmadan ilerlenemiyor.
Oyunumuzun grafiklerini, bölümden bölüme değişen tutarsız yapısı sebebiyle iyi olarak değerlendirmek zor. İlerlemeli bölümlerde Wii için fazla bile görebileceğimiz grafiklere sahipken, mesela arabalı bölümlerde kalite PS1 seviyesine iniyor. Ara sahnelerde de yine aynı tutarsızlık söz konusu. Oyun içi sahnelerde simit kulaklar, oynamayan ağızlara rastlıyoruz fakat sinematiklerde animasyon tadında görüntüler izliyoruz. Seslendirmelerde de yine ve yine aynı tutarsızlık var. Ray berbat bir seslendirmeye sahipken diğer karakterler nispeten daha iyi seslendirilmiş. Tahmin edin ses efektlerinde durum nasıl? Evet, yine tutarsız. Örneğin bazı yerlerde ayak sesleri davul zurna kıvamında çıkarken suyun üzerinde gayet uygun sesler kullanılmış.
Klişe bir senaryodan, eğlenceli bir oyuna...
Bu tarz bir afet oyunu zannedersem ilk defa deneniyor. Daha önce itfaiyeci, arama kurtarma görevlisi mutlaka ki olmuşuzdur ama bu kadar felaketi ve bu kadar türü içinde barındıran ilk oyun olduğundan eminim. Sonuçta kötü bir fikirde olmadığını da kabul etmek gerekir, "arkandan gelen bir Tsunami'den arabayla kaçmak" cümlesi bile insanı heyecanlandırabiliyorken, bizzat oyununun içinde bunu yaşatmak oyunun tüm kötü yanlarına rağmen alkışı hak etmesini sağlıyor.
Sonuç olarak tekrar tekrar söylüyorum, her şeyine rağmen Disaster: Day of Crisis iyi ve eğlenceli bir oyun. Bu tarz aksiyonu bol oyunları seviyor ve başından kalkamayacağınız bir oyun arıyorsanız bence kaçırmayın.
|