İşletim Sistemi: Windows XP / Windows Vista
İşlemci: Intel Pentium D 2.6 GHZ / AMD Athlon 64 X2 3800+
Ekran Kartı: NVIDIA GeForce 6800 / ATI Radeon X1600
Bellek: 1GB RAM
Sabit Disk Alanı: 8GB Boş Alan
Media: DVD-ROM
Prince of Persia Tavsiye Edilen Sistem
İşletim Sistemi: Windows XP / Windows Vista
İşlemci: Intel Core 2 Duo 2.2 GHZ / AMD Athlon 64 X2 4400+
Ekran Kartı: NVIDIA GeForce 9800GTX / ATI Radeon HD 3000 serisi
Bellek: 2GB RAM
Sabit Disk Alanı: 8GB Boş Alan
Media: DVD-ROM
Bu laf çocukluğumuzdan aşina olduğumuz bir masal başlangıcıydı. Büyülü şehirler, kahraman prensler, güzel prensesler ve çok güçlü kötü adamlar. Yüz yıllarca süren hayal gücünün birikimi hep bu masallarda yansırdı. Yatmadan önce hayal gücümüzü şekillendiren bu masallar, teknolojiyle birlikte aynı misyonu popüler kültür eserlerinde gerçekleştirmeye başladı. Kitaplar, filmler ve bilgisayar oyunları hep bu masallardan izler taşır. Bazıları daha belirgin, bazıları ise alt metinlerde gizli esintiler. Ancak bir oyun var ki, geldiği yeri hiçbir zaman inkar etmiyor. Hatta 1001 Gece Masallarına eklenecek kadar iyi bir içeriğe sahip. İsimsiz bir kahramanın düşmanlarla dövüşüp, türlü türlü maceraya girdiği oyun. Diğer adıyla Prince of Persia...
İlk POP oyunu 1989 yılında Jordan Mechner tarafından geliştirildi. Mecher, kardeşine akrobatik hareketler yaptırdı ve bunları videoya kaydetti. Saatlerce üzerinde çalışarak bu hareketleri oyuna çizdi. Günümüzde de oyunların olmazsa olmazı olan bu teknik o zaman büyük bir hayranlık uyandırmıştı. Belirli bir sürede bitirilmesi gereken ilk POP oyununda, prensimiz hain vezirden intikam almak için tuzaklarla dolu saray zindanından kaçmaya çalışıyordu. Yanlış bir adım, bubi tuzaklarını çalıştırıyordu ve sonuçsa ölümcüldü. Serinin bu ilk oyunu neredeyse her oyun platformuna uygulandı. Yıllar içerisinde devam oyunları da yapıldı. Özellikle 10 yıl şerefiyle piyasaya sürülen Prince of Persia 3D merakla bekleniyordu. Motion Capture özelliğini sonuna kadar kullanan bu oyun, o zamana kadar yapılmış en gerçekçi kılıç dövüş özelliklerine sahipti. Ancak eleştirmenler üzerinde istenilen etkiyi bırakamadı. Çünkü oyun fazla Tomb Raider gibiydi ve kimse Lara Croft'un güzelliğini izlemek yerine, şalvarlı bir adamı izlemek istemedi...
Ubisoft projeyi böyle kırık bir zamanda devraldığında kimse böylesine büyük bir patlama beklemiyordu. Prince of Persia: Sands of Time masalsı yapısı, zamanı geri alma özelliği ve yeni akrobatik hareketleriyle herkesi büyüledi. Yeni Prens, sünnet kıyafetleriyle duvarlarda yürüyordu. Free run adlı marjinal sporun kronolojik olarak tarihteki mucidiydi. Fransa'da yaygınlaşan bu spor özetle, bir noktadan başka noktaya giderken, en uçuk yolları seçmek ve mümkün olduğu kadar akrobatik hareket yapmayı gerektiriyor. Kısacası, evinizden işinize giderken, duvardan duvara zıplama, çatılarda yürüme gibi şeyler yapmak gerekiyor. Daha sonra Assassin's Creed'e de bu sistem zirveye ulaşacaktı. Sands of Time eski bir Ortadoğu efsanesinden esinlenmişti. Oyunda ölümsüzlük hayalleri olan Pers veziri, babasına kendini kanıtlamaya çalışan Prensi kandırıp, zamanın kumlarını serbest bıraktırmıştı. Bu kumlar bir hançer ve kolye sayesinde zamanı kontrol etmeye yarıyordu. Aynı zamanda lanetliydiler ve etrafındaki herkesi garip yaratıklara çevirdiler. Hançere sahip olan Prens ile kolyeye sahip olan Farah dışında herkes bu lanetten etkilendi. İlk oyunda Prens, hızlı düşünme ve dakik davranma gerektiren türlü ölüm bulmacısıyla uğraştı, hain veziri yendi ve en sonunda zamanın kumlarını ait olduğu yere kapattı. Tam bir masal gibi her şey iyi bitmişti. Ya da biz öyle sandık, çünkü kısa süre sonra Prens, yeni macerasıyla geri döndü. Ancak ilk kez serinin yaratıcısı Jordon Mancher arkasında yoktu. Warrior Within adlı bu oyunda Prens, sünnet kıyafetlerini çıkartmış Pers ordusuna ait, savaş kıyafetlerini giymişti. Gözü dönmüş vahşileşmiş ve hırçın tavırlar takınmıştı. Zamanla bunun nedenini öğrendik. Bu oyun kanı kaynayan ve savaşça bir ruha sahip herkesin, hayranlığını kazandı. Bu sefer Prens, savaş çığlıkları atıp, korkusuzsa düşmanlarının üzerine saldırıyordu. Onları parçalıyordu, yeri geldi mi iki silahla savaşıyordu. Müthiş bir savaşçı olduğu kadar, gençlik yıllarından kalma akrobasi merakı da devam ediyordu. Yıllar önce yaptığı hata yüzünden lanetlenmiş olan Prens, kendi ölümünden kaçıyordu. Peşinde Dhaka adlı boğa şeklinde dev bir yaratık vardı. Onu durdurmanın ve haklamanın tek yolu Zaman adasına gitmekti.Warrior Within, Freecombat sistemiyle devrim yaratırken, öte yandan masalsı yanlarını da kaybetmişti. Artık Prensin yaşamı, masal sonrası görülen mutlu bir rüya değildi. Sabaha kadar insanı kan ter içerisinde bırakan bir kabus olmuştu. Oyuncular da bu kabusu sonuna kadar yaşadılar. Sayısız dövüş kombosu ve yarı erotik dünyasıyla Warrior Within büyük bir hayran kitlesine sahip oldu. Ancak Mechner bu özellikleri yüzünden projeyi terk etti. Ona göre Prens bir masal kahramanıydı ve bu kadar vahşet ve ciddiyet karakterine uygun değildi. Serinin son oyunu The Two Thrones, tüm dünyadaki oyun severler tarafından, dört gözle beklendi. Daha önce Star Wars, Matrix ve Yüzüklerin Efendisin'den alışık olan bu bekleyiş, oyun dünyasında çok az yapıma nasip olmuştur. En ufak haber, video ve fotoğraf oyuncuların gözünde büyük değerler taşıyordu. İnternet üzerinden Prens severler, çeşitli teoriler üretti daha oyun çıkmadan senaryoyu kendi hayal güçleriyle yazdılar. Prens nihayet kum belasından kurtuluyordu. Eski düşmanı ve sevgilisi de yanındaydı. Ancak yapımcılar hem satışları artırmak hem de Prens'in özünü hatırlamak için The Two Thrones'u kendinden önceki iki oyunun karışımı yaptı. Hem özgürce dövüşüp savaşabiliyorduk hem de masalsı bir hava içerisindeydik. Oyunda artık kan yok gibiydi. Yapımcıların hikayeyi bitirmek için aldıkları radikal karar nedeniyle, bu oyun fanatiklerin gözünde buruk bir sevinç yarattı. Hikaye hak ettiği şekilde bitiyordu, oyundaki quick kill özelliği sayesinde heyecanlı anlar yaşanıyordu. Dark Prince ise vahşet ihtiyacımızı doyuruyordu. Ancak, oyunun tek sonu olması ve Warrior Within kadar özgür olmaması çok eleştirildi. Yapımcılar Prens'in maceralarının bittiğini söylediler. Bu haber herkesi üzmüştü. Yine de her şeye rağmen masal güzel bitmişti...
Koca imparatorlukta Prens mi yok?
Kısa süre sonra, yapımcıların bu açıklamasını yanlış anladığımızı fark ettik. Yeni bir Prens oyunuyla ilgili çalışmalar vardı. Bir iki konsept çalışması internette düştü. Resmi açıklama gelmedi. Bu sırada yapımcı Montreal Studios TMNT (Ninja Kaplumbağalar)'ın oyununu piyasaya sürdü. Filmle eş zamanda çıkan bu oyun, POP'un özelliklerini taşıyordu. Ancak çizgi roman grafiklerine sahipti ve akrobasi sistemi POP'dan daha iyiydi. Oyunda bulunan kamera ve kontrol sorunları TMNT'in artılarına gölge düşürdü. Bir de kısa oynanış süresi nedeniyle sıradan bir film oyunundan öte olmaya gidemedi. Stüdyo bir de Assassin's Creed üzerinde çalışıyordu. Oyun tek başına tartışma konusu olduğu için anlatmaya gerek yok. En sonunda herkesin beklediği an geldi, Yeni Nesil Prince of Persia.
Eski Prens'in maceraları bitmişti, ancak koca imparatorlukta Prens mi yoktu ki? Masal yeniden başlıyor. Bilinmeyen bir yerde ve zamanda, biraz mitoloji biraz da büyüyle Prensimiz yeni maceralarına atılıyor. Oyunda seveni olduğu kadar nefret edeni de bulunan Cell-Shading yani çizgi roman grafikleri kullanılmış. Yeni Prens'in tarzı tam bir çöl savaşçısı olmuş. Üstelik bu sefer uzun süren maceramızda yalnız değiliz. Elika adlı yeni bir karakter de oyun boyunca bizimle birlikte. Ancak Prensle birlikte, oynanış da büyük değişikliklere uğramış....
Daha önceki seride Prens, sürekli bunalımda olan ve şikayet eden bir tipti. Sürekli gergindi. Ancak bu sefer karşımızda, Star Wars'daki Han Solo, Indiana Jones ve SG-1 dizisindeki Jack O'Neill gibi bir karakter var. Kendine güvenen, rahat sakin ve esprili bir karakter olmuş. Her ne kadar bu tip başta garip gelse de, uzun süren akrobasi maceraları sırasında yeni Prens'in daha eğlenceli olduğunu anlıyoruz. Oyunda bir masalda olması gereken her şey var. Kılıçlı kahraman rolünü Prens, büyülerle uğraşan kişiyse Elika üstlenmiş. Prensimiz kum fırtınasında, hem yolunu hem de eşeğini bulmaya çalışırken, hiçliğin ortasında bir yere düşüyor. Bu eşek mevzusunda eski seriye komik bir gönderme var. Neredeyse hiç bilinmeyen bu gizli krallık, kendine has gizemli bir geçmişe ve mitolojiye sahip. Bu sırada Elika ise, bir grup eli silahlı adam tarafından kovalanıyor. Elika tam yüksek bir yerden atlarken Prens de bu düştüğü yerin ne olduğunu kestirmeye çalışıyor. Bu sırada Elika onun kucağına düşüyor. Prens, gökten kız yağıyor diye sevinirken Elika yoluna devam ediyor. İkilinin yolu bu sırada kesişiyor. Zaten bir daha da ayrılmıyor. Oyuna ilk önce, Elika'ya kovalayarak başlıyoruz. Çapkın Prens onun adını öğrenmek için peşinden koşturuyor.Bu oyunun eğitim bölümü. Zaten serinin eski hayranları için çerez olarak geçecek kısım. Duvardan duvara atlayıp, Prens'in yeteneklerini görüyoruz. Her şey eğlenceli giderken bir den, beklenmedik bir şey yaşanıyor. Prens uçurumdan aşağıya düşüyor. Tabii, Sands of Time olmadığı için, öleceğimizi düşünürken, birden bir el bizi kavrayıp yukarı çekiyor. Bunu yapanın Elika olduğunu fark ediyoruz. İşte yeni nesil POP'un ilk yeniliği de karşımıza çıkıyor. Yapımcılar zorlu akrobasi bulmacalarını zamanı geri almadan aşmanın imkansız olduğunu bildikleri için bu yönteme başvurmuşlar. Tabii bu oynanışı da değiştiriyor. Artık Prensimiz ölümsüz. Çok az oyunda karakter ciddi anlamda ölümsüzdür. Bunun nedenini herkes biliyor. Ancak daha önce Soul Reaver'da ölümsüzlük ve oynanış nasıl dengeli hale getirildiyse yeni POP'da da bu başarılmış. Ölümsüzlüğün bir avantaj olduğunu düşünmeyin. Çünkü oyuna eklenen ve peşi sıra ardına kusursuz hareketler isteyen akrobasi bulmacaları sırasında ölürseniz, tekrar olayın başına dönüyorsunuz. Elika bizi kurtarınca ancak güvenli kara parçalarına götürüyor. Ölümcül akrobasi bulmacalarının en azından 5-6 dakika sürdüğü düşünülürse ölümsüzlüğün ne işe yaradığı ortaya çıkıyor. Kısacası yapımcıları kendilerine o kadar güvenmiş ki, ölümsüzlük gibi bir özellik geliştirmişler...
Diğer üçlemenin aksine bu sefer yanımızdaki karakterin oynanışa tam olarak katkısı var. Aslında oynanış olarak daha çok TMNT'ye benziyor. Oradaki ikili dövüşler ve akrobasi hareketleri bu oyunda geliştirilmiş. Elika hem dövüşler de hem de akrobasi bulmacalarında bize büyük yardım ediyor. Modellemesi ve hareketleri çok başarılı olduğu için oynanış sırasında sırıtmıyor da. Aynı Prens gibi o da duvarlarda yürüyor oradan oraya zıplıyor. Ayrıca Prens'in atlayamayacağı kadar yüksek mesafelerde Elika'yı yardıma çağırıyoruz, havaya uçuyor ve bizi fırlatıyor. TMNT oynamış olanlar bu hareketi hatırlayacaktır. Orada Kaplumbağalar bol bol yardımlaşıyordu. Bu hareketin animasyonu o kadar güzel ki, insan bol bol tekrarlamak istiyor.
İyi ve kötünün arasında kalmış bir prens
Prens bu kez en zorlu düşmanıyla kapışmak zorunda. Eğer bundan önceki oyunlardaki düşmanları zorlu sanıyorsanız tekrar düşünün. Yeni düşmanıyla hem iç dünyasında hem de dış dünyada savaşmalı. İçinde bulunduğumuz krallık, aslında bir hapishane. Bu sefer oyunda Perslilere uygun olarak Zerduşizm dininden esintiler kullanılmış. Dünyadaki en yaygın felsefi dinlerden birisi olan Zerduşizm Star Wars da dahil bir çok fantastik eserin temelinde var. Eğer bu dini en basit olarak anlatmak gerekirse, temelinde iyi ile kötünün bitmeyen mücadelesi yatıyor. İçimizde başlayan bu mücadele tüm dünyaya ve evrene yayılıyor. Şimdi bu tanıma göre Prens'in kılıcı bırakıp felsefi arayışlara girdiğini ve entelektüel tartışmalarla düşmanlarını yendiğini düşünmeyin. Oyunda iki tanrının savaşı arasına düşüyoruz. Bu iki kardeş tanrılardan Ahriman karanlığı, Ormazad (Hürmüz) ise aydınlığı temsil ediyor. Başlangıçta ikisi de iyiyken, Ahriman aç gözlülüğü ve yozlaşmayı seçti, her şeyi kendi için istedi. Bu iki tanrı savaşa girdiler. Ahriman, Ormazad'ı yendi ama onu yok etmedi, yerine Yaşam Ağacı'nın içine hapsetti. Bu hapishaneyi gözetleme işini ise Prenses Elika'nın soyu Ahura'lara verdi. Binlerce yıldır Ahura bu görevi büyük bir saygınlıkla yerine getirdi. Ancak tam Prens bu gizli krallığa adımını atmışken bir şeyler oldu ve Ahriman serbest kalmaya başladı. Tabii ilk iş olarak da Ahura topraklarını çürütmeye başladı. Oyunda Prens politikacı misali, yozlaşmaya karşı savaşıyor.Önümüzde koca bir harita var. Buradan yozlaşmış bölgelere gidip (corruption) oraları Elika'nın büyü gücüyle temizlemeye çalışıyoruz. Tabii normal yollar kırıldığı ve yok olduğu için Prens oradan buraya zıplayarak bu işi hallediyor. Ölüm tuzakları ve aygıtları bu sefer yok. Ancak onlardan daha zorlu reflekslerinizi sonuna kadar kullanan akrobasi tuzakları var. Corruption siyah zift gibi bir madde. Dokunduğumuz zaman bizi kaplıyor ve yavaş yavaş içine çekiyor. Montreal'in elinden çıkmış tüm oyunlarda standart bir hata vardı. Kamera açısı nedeniyle bazen akrobasi hareketleri sırasında yönettiğimiz karakterler sapıtıyor yanlış yerlere fırlıyordu. Bu sefer tüm bu hatalar düzeltilmiş. Duvarın üstüne doğru zıpladığımız zaman Prens kendiliğinden orada yürüyüp karşıya geçiyor. Upuzun bulmacalarda bize kalan sadece zamanında zıplamak ya da bir yerlere tutunmak. Prens'in yeni tipinde hemen bir şey dikkatimizi çekiyor. Elinde çelikten pençe gibi duran bir eldiven var. Bu eldiven sadece görüntü için tasarlanmamış, oyuna adapte de edilmiş. Artık mekanlarda kancalar da var. Two Thrones'da hançerle tutunmamız gereken ufak çıkıntılar vardı. Ona benziyorlar ama bu sefer pençeli elimizin kendi tuşu var. POP severlerin refleks olarak sürekli bastığı 'R' tuşu pençeye atanmış. Kısaca özetlemek gerekirse, duvarda yürüdünüz, karşı duvara geçip devam ettiniz, karşınıza kanca geldi. Tuşa bastınız, ona tutunup yoluna devam etti, sonra tekrar zıplayıp bir direğe tutundunuz. Direğin tepesine çıktığınız, Prens ahşap yüzeye tutunup tavanda hızlıca emekledi yine kancalarla dolu bir alanla karşılaştınız. Hızlıca 'R' tuşuna basarak burayı aşıyorsunuz. Bu anlattığım akrobasi bulmaca ise en basiti. Çok ilginç yerlerde kancalar çıkabiliyor karşımıza. Bu yeni akrobasi hareketleri müthiş zevkli, tüm dikkatinizi ve refleksinizi sonuna kadar kullanıyor. Aynı zamanda pençe duvardan düzgün şekilde kaymamızı sağlıyor. Mesela yüksek bir mekandayız inmemiz gereken yer aşağıda. Pençe ile kayarak aşağıya kadar iniyoruz. Bunun da kendi bulmacası var. Duvarda yürürken ya da kayarken, sürünmeden dolayı pençeden ufaktan alevler çıkıyor. Ama kusursuz şekilde yapıldıklarında, başarılı animasyonlar sayesinde izleyenlere müthiş zevk veriyor. Özellikle Elika bir yerden düşerken, Prens'in son anda onu tutması ya da gerektiğinde anlaşıp yer değiştirmeleri oyuna gerçekçilik katmış. Tüm bu bulmacalar sırasında Elika ya başının çaresine bakıyor ya da Prens onu sırtına alıyor. Kısacası ikimizde bir birimize muhtacız...
Masalsı saray tek kelimeyle mükemmel tasarlanmış. Arka plandaki, mekanlar, incecik direkler üzerinde duran binalar, akarsular ve niceleri o masalsı havayı yansıtıyor. Her mekanın iki versiyonu bulunuyor. Birincisi yozlaşmış karanlık mekanlar, diğeri ise Elika ile iyileştirdiğimiz mekanlar. Yozlaşma varken, her yer karanlık korkutucu ve iç sıkıcı. Ancak iyileştirdiğimiz zaman bu mekanlar cennete dönüşüyorlar. Etrafta çiçekler açıyor hatta kelebekler bile uçuşuyor. Prensimiz yeni silah alamıyor ya da eski oyunlardaki gibi yaşamını artıramıyor. Bunun yerine iyileştirdiğimiz mekanlardan, ışık tohumları (Life Seed) topluyoruz. Bu tohumlar sayesinde Elika daha da güçleniyor. Ayrıca, sarayda giremediğimiz mekanları açmak için belirli miktarda tohuma ihtiyacımız var. O yüzden tohumları gördüğünüz yerde toplayın, sonra tohum peşinde koşmayın. Kocaman bir sarayda serbestçe dolaşmak iyi olduğu kadar olumsuz yönleri de var. Mesela yolu kaybetmek ya da nereden gideceğini şaşırmak gibi şeyler. Özellikle aksiyon türüne ve seriye yabancı oyuncular için bu denli büyük bir harita işkence gibi olacaktı. Bu yüzden yapımcılar oyuna bir yol gösterme sistemi koymuşlar. Haritadan gideceğimiz yeri işaretliyoruz, Elika ise büyülü güçleriyle gideceğimiz yeri gösteren bir işaretçi çıkartıyor. Bu işaretçiyi takip ederek yolumuzu buluyoruz. Yaratıcı ve faydalı bir özellik olmuş. Çünkü; her ne kadar hep aynı mekanlarda dolaşsak da buralarda aynı anda birkaç yere gitmemizi sağlayan geçitler var. Deneme yanılma yöntemiyle bu bir işkenceye dönebilirdi…
Bir masalın içinde olduğumuz için büyülü güçlere önem verilmiş. Haritada belirli yerlerin kapalı olmasının nedeni, oralarda bulmacaları çözecek güçlerimizin eksik olması. Işık tohumları sayesinde, Ahrimanın tutsak olduğu tapınağın önünden yeni güçler alıyoruz. Aynı Warrior Within ve Legacy of Kain serisinde olduğu gibi. Aynı mekan büyülü güçler sayesinde farklı yerlere çıkıyor. Peki bu büyülü güçler nasıl kullanılıyor. Duvalarda kırmızı, sarı, mavi ve yeşil olmak üzere dört renk var. Bunları aldığımız zaman üstüne yürüyoruz ve Elika güçleri sayesinde onları aktif ediyor. Seriye ilk kez eklenen bu özellik başta yadırgansa da alıştıkça eğlenceli hale geliyor. Çünkü bu renkli plaketler sayesinde, uçmaktan tutun da, yarış atı gibi düz duvarda koşturmak gibi kısa süreli yeteneklere sahip oluyoruz. Oyunun büyük çoğunluğunu bu büyülü bulmacaları yerine getirerek yapıyoruz. Tek bir mekanı birden çok amaçlı kullanma konusunda yapımcılar başarılı bir iş çıkartmışlar. Özellikle kırmızı renkli plaketlerin verdiği yetenek çok eğlenceli. Kırmızı plaketten kırmızıya atlıyoruz ve müthiş bir görüntü çıkıyor ortaya.Gelelim Prensin ve oyuncuların en sevdiği işe yani dövüş sistemine. Üzülerek söylüyorum ki bu oyunda dövüşler çok az. Yapımcılar, diğer seride oyuncular sayısız adam katlettiği için bu sefer bulmacalara önem verdik. Az düşman var ve hepsini daha önemli hale getirdik diye düşünmüşler. Kısacası oyunda sadece Boss dövüşleri var. Bunları ise şöyle özetleyebiliriz, birincisi işe yaramaz Boss'lar klasik kesmelik adam konumundalar. Arada bir karşımıza çıkıyorlar ve hemen ölüyorlar. Hatta yeterince hızlı hoplayıp zıplarsanız, bu düşmanlar karanlıktan doğmadan öldürebiliyorsunuz. Diğeri ise sarayda bulunan dört ana mekanı yöneten, büyük bosslar. Ahriman'ın vereceği güçler için görevlerine ihanet eden bu dört kişi onun kölesi haline gelmiş. Her iyileştirdiğimiz mekanda bu bosslardan birisiyle dövüşüyoruz. Oyunda artık, yaşam çizelgesi yok. Bunun yerine dövüş sırasında dayak yedikçe, ekran kızarmaya başlıyor. Dövüşler daha çok taş-kağıt-makas mantığıyla gidiyor. Bu bosslar zamanla farklı şeylere dönüşüyorlar. Dönüştüklerinde ise sadece tek bir silah onlarda işe yarıyor. Büyü, kılıç ve pençe sırasıyla kullanılıyor. Pençe görünüş itibariyle dövüşlerde vahşi bir işe yarayacakmış gibi duruyor. Yani bir önceki oyundaki ölümcül bitirici vuruşlar ya da Quick Kill yapmak gibi. Ancak pençe sadece düşmanı havaya atıp onu yerden yere vurmaya yarıyor. Bu da iyi bir özellik ve dövüşü tek başına etkiliyor. Ancak yine de o vahşi görünüşten insan daha çok bekliyor. En azından düşmanları biraz tırmalasaydık. Aslında dövüş sistemi yaratıcı ve eski oyunları aratmıyor. Ancak o kadar az dövüş var ki, kimse bir sürü kombo yapmaya uğraşmıyor bile. Ne duvardan yürüyüp vurmak ne de düşmanın kafasını duvarlara vurmak akla gelmiyor. Elika dövüş sırasında bize müthiş yardımcı oluyor. Büyü güçleriyle o da yardımcı oluyor. Elika ile birlikte kombolar yaparak düşmanları kolayca yenebiliyoruz. Arada, sırada ise dövüşler sinematiğe dönüşüyor. Oyun bizden belirli tuşlara basmamızı istiyor. Ancak God of War'dakinin aksine bu sırada dövüşü hala kontrol edebiliyoruz. Basmazsak da dövüş lehimize devam ediyor. Ne yazık ki dövüş sistemindeki yenilikler etkileyici olsa da, en fazla 15-20 kez dövüşebilmemiz hepsini geçersiz kılmış...
Bu dört boss'u yenene yönettikleri mekanlarda geri çekilmelerini sağlıyoruz. Dövüşler sırasında farklı farklı mekanları kullanmak çeşitlilik olmuş. En sonunda onlarla son bir dövüş için Ahriman tarafından korunan mekanlarına giriyoruz. Burası kara kapılar tarafından kapatılmış. Ancak Elika yeterince güçlü olunca, kapıyı şık bir animasyonla açıyoruz. İçeride ise düşmana ulaşana kadar bizi zorlu akrobasi ve büyü bulmacaları bekliyor. Dürüst olmak gerekirse bu bulmacalar adrenalini sonuna kadar artırdığı için favorim oldu. Ancak en ufak hatada başa döndüğü için bir o kadarda sinir bozuyor. Oyunun son değişikliği ise diyalog sisteminde yapılmış. Artık sinematik şeklinde hazırlanan diyaloglar daha az yer tutuyor. Çünkü Elika ile istediğimiz zaman konuşabiliyoruz. Bu şekilde aksiyona daha fazla yer verilmiş. Canımız sıkıldığında ise Elika ile sohbet edip aramızdaki romantik ilişkiyi geliştiriyoruz. Mekanlar ve oyunun öncesi hakkında bilgi alıyoruz. Ancak tüm bu konuşmalarda Prens kendinden çok az bahsediyor. Gerçekten bir prens mi yoksa dediği gibi mezar soyarak yaşayan bir serseri mi bunu kestiremiyoruz. Oyunun gerçek senaryosunun bu şekilde öğrenilmesi profesyonel oyuncular için faydalı olmuş. Sadece aksiyon seven, konuşmalardan şikayet edenler ise, direk işlerine bakabiliyorlar. Yeni nesil Prince of Persia tüm yenilikleri ve değişiklileriyle oyunculara saatlerce süren eğlenceli bir oynanış sunuyor. Her ne kadar eski serinin yanında biraz sönük kalsa da, aksiyon sevenler için kaçırılmaması gereken bir oyun olmuş. Detaylı grafikleri ve müzikleriyle oyun, sürükleyici bir masal gibi devam ediyor. Özellikle oyunun sonuyla birlikte yeni bir serinin başladığını anlıyoruz. Zaten Prensin gizemini daha çözemedik birçok cevapsız soru var. Ubisoft, oyunu üçleme olarak düşündüğü için elindeki malzemeyi az kullanmış. Özellikle oyunda korsana karşı koruma bulunmaması, firmanın ne kadar da riskli bir yatırım yaptığını gösteriyor. Çünkü bu denli radikal değişiklikler yapılan bir seriyi tanıtmak için ilginç bir reklam kampanyasına girmişler. Oyunun reklamı bizzat kendisi. Oyunun sonunda aldığımız tüyoya göre, devamında gelecek POP daha karanlık olacak. Umarım Montreal dersini alır ve dövüşlere daha fazla yer verir.